-Mehmet Ali Tuğrul
İstanbul'un fethinin
sembolü, Fatih Sultan Mehmet’in
emaneti, bir gün biletle değil, abdestle girmek istediğimiz Ayasofya bulunduğu
bölge üzerinde üç kere inşa edilmiştir. Yaklaşık 1500 yıldır ayakta duran bu
yapı hem beşeri hem doğal olmak üzere birçok tahribata uğramıştır. Bu
tahribatların giderilmesi için birçok kez restore edilen Ayasofya, günümüzde
Sultanahmet Meydanı'nda yer almaktadır.
Ayasofya’nın
Yapım Ve Yıkılış Süreçleri
İlk Ayasofya, İstanbul
şehrinin kurucusu olan İmparator
Konstantin tarafından büyük kilise manasına gelen Megale Ekkselia ismiyle inşa edilmeye
başlanır. (Bu isim beşinci yüzyılda kutsal bilgelik anlamına gelen Hagia Sophia ismini almıştır.) Bu inşaat,
oğlu Constantius tarafından bitirilir.
İmparatorun eşi İmparatoriçe Aelia Eudoxia
'nın kendi heykelini kilisenin bahçesine diktirmesi üzerine, dini lider Patrik Ioannis Hrisostomosbu duruma
şiddetli bir şekilde muhalefet eder. Bunun üzerine şehirden sürgün edilen Patrik ‘in uğradığı zulüm vatandaşları
çılgına döndürür. Nihayetinde vatandaşlar, heykeli yerle bir eder ve kiliseyi
ateşe verir.
İkinci Ayasofya'nın
inşaatına kendi adına taşıyan kanunları ile bilinen İmparator II. Theodosius‘un girişimiyle başlanır. Taş ve
mermerden oluşan bu yapı zamanın yapıları arasında oldukça güzeldir. Ancak Bizans
tarihinin en önemli imparatoru kabul edilen Justinianus ‘un tahta çıkışının beşinci yılında İstanbul'da (o
dönemki adıyla Konstantinopolis) büyük bir isyan patlak verir. Nika Ayaklanması adı verilen bu isyan
sırasında ikinci Ayasofya da şehirdeki birçok yapı ile yakılıp yıkılır. Bu
isyan imparatorun generali tarafından 30.000 kişinin katledilmesi sonucu bastırılır.
Böylece bu ortam Justinianus ‘a
iktidarını meşru kılacak bir şaheser inşa etme şansı tanır.
Üçüncü Ayasofya'nın
inşaatı için Justinianus geometri
profesörü Trallesli Anthemus ve
fizikçi Miletli İsodoros’u görevlendirir.
Bu mimarlara beş yıl gibi bir süre verilir ve dönemin en büyük tapınağının inşa
edilmesi istenir. İnşasına başlana yapının kubbesi için 32 metre çapında ve 49
metre yüksekliğinde bir ölçü planı yapılır. Fakat bu kubbenin ağırlığı büyük
bir sorun teşkil eder. Mümkün olan en hafif tuğlalar için hammadde Rodos
Adası'ndan getirilir. Tuğlaları birbirine tutturmak için o zamana kadar kullanılmamış
bir harç icat edilir.
Yapılan kubbenin ne kadar büyük olursa olsun
ihtişamlı durmaması sonucu, merkez alanın çok daha geniş görünmesi için tarihte
ilk defa görülen bir şey yapılır ve ana kubbenin iki yanına da birer yarım
kubbe inşa edilir. Bu iki yarım kubbe hem
ekstradan devasa bir alan oluşturur hem de yanlara doğru baskı yapan merkez
kubbeyi destekler. Bu yarım kubbeler de bazı çeyrek kubbeler tarafından
desteklenir ve ana taşıyıcı duvarların üzerine zarif bir örtü gibi iner.
Kilisenin yapımına
532 yılında başlanır ve 537 yılında inşaat bitirilir. Bu ihtişamlı yapı çok
kısa bir sürede bitirilmiştir. Ancak İstanbul bir deprem bölgesidir. 557
yılında meydana gelen büyük bir deprem sonucu bu kubbe yıkılır. Bu tarihte Justinianus halen yaşamaktadır fakat
iki mimar da ölmüştür. Bunun üzerine Miletli
İsodoros ‘un yeğeni olan Genç
İsodoros görevlendirilir. Genç
İsodoros dört senede çok sağlam bir kubbe inşa eder. Kubbe orijinal
yüksekliği olan 49 metreden günümüzdeki yüksekliği olan 56 metreye çıkartılır. Ve
bu yapı yaklaşık 1500 yıldır ayaktadır.
Ayasofya
tarih boyunca birçok kez tahribata uğramıştır. En büyük zararı ise IV. Haçlı
Seferi sırasında görür.1204 yılında şehri ele geçiren şövalyeler Ayasofya’nın Hıristiyanlık
için önemli olan pek çok şeyini yağmalar. Şehir 1261 yılında tekrar Bizans hâkimiyetine
geçtiğinde Ayasofya harap hâldedir. Şehir halkı Ayasofya'yı onarmaya çalışır
fakat 1344 yılında yaşanan deprem Ayasofya'yı fazlasıyla yıpratır. Zor
durumdaki devlet Ayasofya'yı onaramadığı için bir müddet ibadete kapatır. Halktan
toplanan özel vergiler ve bağışlar sayesinde 1354 yılında tamir edilerek
Ayasofya tekrar ibadete açılır.
İstanbul’un Fethinden Sonra Ayasofya
1453
yılında İstanbul fethedilince; Fatih
Sultan Mehmet Ayasofya’yı parasıyla satın alır ve Ayasofya’yı camiye
dönüştürür. Ayasofya'da kılınan ilk namaz Fatih’in imamlığını yaptığı Cuma namazıdır.
Fetihten
sonra yapı güçlendirilerek en iyi şekilde korunur. Yapıldığı tarihten itibaren
çeşitli depremlerden zarar gören yapıya hem Bizans hem de Osmanlı döneminde
destek amacıyla payandalar yapılmıştır. Mimar
Sinan'ın yaptığı minareler de aynı zamanda destekleyici payanda görevi
görmektedir.
Ayasofya’nın
kuzeyine Fatih döneminde bir medrese yapılır. Sultan I. Mahmut döneminde Ayasofya'nın güzelliğine güzellik
katan sanat harikası bir şadırvan, Sıbyan mektebi, aşhane-imaret, kütüphane ve yeni
bir Hünkâr Mahfili ile mihrap inşa edilir. Böylece Ayasofya bir külliyeye dönüştürülür.
Ayasofya
her dönem bakım ve onarım çalışmalarından geçer. En kapsamlı tamir çalışması
ise Sultan Abdülmecid döneminde
Fossati tarafından yapılır. Bu
onarım çalışmaları sırasında daha
önce mihrabın kuzeyindeki niş içinde bulunan Hünkâr Mahfili kaldırılır, yerine
mihrabın solunda, sütunlar üzerinde yükselen, etrafı ahşap yaldızlı
korkuluklarla çevrili yeni bir Hünkâr Mahfili yapılır. Sultan Abdülaziz Döneminde Ayasofya çevresinin yeniden
düzenlenme çalışmaları sırasında medrese 1869- 1870 yılları arasında yıkılır ve
1873- 1874 yılları arasında yeniden yapılır. 1936 yılında yıkılmış olan medresenin
kalıntıları 1982 yılında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkar.
Aynı dönemde Hattat Kadıasker
Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan 7,5 metre çapındaki 8 adet hat
levhası ana mekânın duvarlarına yerleştirilir. “Allah, Hz. Muhammed, Hz.
Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” yazılı bu
levhalar İslam âleminin en büyük hat levhaları olarak bilinmektedir. Aynı
hattat kubbenin ortasına ise Nur
Suresi’nin 35. ayetini yazar.
Ayasofya Camisi, 1932 senesinde restorasyon amacıyla ibadete kapatılır.
Türk hükümetinin izniyle ABD’li bir grup bilim adamı, Fatih tarafından üzeri sıvayla kapatılan mozaikleri ortaya
çıkarmak üzere çalışma başlatır. O sıralarda Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilip, 1 Şubat 1935’de müze
olarak, yerli ve yabancı ziyaretçilere açılır. 1936 tarihli tapu senedine göre,
Ayasofya “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih
Sultan Mehmet Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden
oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” adına tapuludur.
Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi birçok kişi tarafından tepki gören bir karardır.
Aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet ‘in
“Benim bu camimi camilikten çıkaranlar; Allah’ın, meleklerin ve bütün
Müslümanların lanetine uğrasınlar! Onlar hiçbir zaman hafiflemeyen bir azap
içinde bulunsunlar! Yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiç kimse
bulunmasın!” şeklinde bedduası vardır.
Ayasofya'nın içinde hep beraber namaz kılma dileğiyle…