"BANA BİR ŞEY OLMAZ" DEMEK ASLA KADERE TESLİMİYET DEĞİLDİR!"

-Mustafa Işık



Siyer Vakfı Kurucusu ve Genel Başkanı Muhammed Emin Yıldırım Hocamız ile 'Musibetlere Karşı Müslümanın Duruşu' Konusu üzerine E-Röportaj Gerçekleştirdik.
Hocamız, salgınlar, musibetler vb. afetlere karşı Müslüman bir kimsenin bakış açısının ne olması gerektiğini, Peygamber Efendimizin (s.a.v) ve Sahabenin hayatlarından örneklerle açıkladı. İstifade etmemiz ümidiyle iyi okumalar.

Mustafa Işık: Hocam salgınlar, afetler ve toplumları etkileyen diğer sıkıntılara karşı birer Müslüman olarak nasıl bir yaklaşım sergilemeliyiz?

M. Emin Yıldırım:  Korona vb. afetler hadisat ayetidir. Her ayet gibi hadisat ayetleri de besmele ile başlanarak okunur. Besmele ile başlamak Müslümana, musibete kendi penceresinden bakma olgunluğu kazandırır. Böyle bakınca bir Müslüman her toplu ölümün kıyamet olmadığını bilir. Zahmetler, musibetler, afetler dersi çıkarılırsa rahmete dönüşür. Rahmete ermek için biraz zahmete katlanmak gerekir. Afet zamanlarında Müslüman şu beş zümreden uzak kalırsa kendini rahat hissedecektir; hurafeciler, komplocular, fırsatçılar, yaygaracılar, ehliyetsizler.

Mustafa Işık: Hocam bu musibetler neden başımıza geldi?

M. Emin Yıldırım: Yüce Allah (c.c.) kitabında, Rum suresi 41. ayette şöyle buyurur:
“ İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu. Böylece Allah dönüş yapsınlar diye işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor. “
Fıtrat varlığa Allah’ın koyduğu yasalardır. İnsanoğlu bu yasaları bozdu ve şimdi şımarıklığının cezasını çekiyor. Ferdi, içtimai ve kevli olarak üç tür kıyamet vardır. Ferdi kıyamet, kişinin ölümüdür. İçtimai kıyamet, toplumsal yasaların bozulmasıdır. Kevli kıyamet, bildiğimiz büyük kıyamettir. Toplumda yasalar bozuldu. İnsanoğlu fıtrata müdahale etti. Böylece içtimai kıyamet olan salgın hastalık baş gösterdi.

Mustafa Işık: Hocam salgın hastalıklara karşı Peygamber Efendimizin (s.a.v) bizlere örnek olacak davranışları neler olmuştur?

M. Emin Yıldırım: Tarihte bilinen ilk karantina tedbirinin 1377 yılında Venedik’te uygulandığı söylenir. Ancak Peygamberimiz (s.a.v) salgın hastalık baş gösteren yerlerde isek oradan çıkmamamızı ve salgın hastalık olan yerlere de girmememizi emretmiştir. Bu karantina değilse nedir?
Salgın hastalık zamanlarında Sahabe Efendilerimize “Birbirinizden iki mızrak uzakta durun.“ dediğini de yine kaynaklarımızdan öğreniyoruz.
Yine aynı şekilde “Aslandan kaçtığınız gibi salgından kaçın.” demiştir.
Peygamberi (s.a.v) bir duruş istiyorsak şu kuralları bilmeli ve uygulamalıyız.
Tedbirlere harfiyen uymalıyız.
Bulaşıcı hastalıklardan korunmalıyız.
Zararlı yiyecek ve içeceklerden uzak durmalıyız.
Beden temizliğimize dikkat etmeliyiz.
Yararlı ve dengeli beslenmeliyiz.
Hareket ederek vücut direncini sağlamalıyız.
Tedavi olanlara moral vermeliyiz.

Mustafa Işık: Dinimizin ilk şahitleri olan Sahabe Efendilerimizin salgın hastalıklara bakış açısı nedir?

M. Emin Yıldırım: İslam tarihinde ilk salgın hicri 6. yılda Medain’de gerçekleşmiştir. İkinci salgın ise hicri 18. yılda Amvas’da gerçekleşmiştir. Amvas salgınında içlerinde Ebu Ubeyde bin Cerrah, Muaz ibn Cebel, Süheyl ibn Amr, Yezid bin Ebu Süfyan gibi çoğunluğu Sahabe olan yaklaşık 25 bin kişi vefat etmiştir. Bu salgında hayatını kaybeden Muaz ibn Cebel’den bir anı anlatırsak sahabe bakış açısını öğrenebiliriz diye düşünüyorum.
İnsanlar, Allah katında duasının kabul olacağını düşündükleri için Muaz ibn Cebel’e gelerek “Muaz, Allah’a dua et üzerimizden bu belayı kaldırsın.“ derler. Bunun üzerine Muaz ibn Cebel “Bu bela değil rahmettir.“ der. Bu sözleri söylediği sırada iki oğlu ve iki hanımı salgın hastalıktan yatağa düşmüş ve Muaz ibn Cebel, gözleri önünde, iki oğlu ve iki hanımını toprağa vermiştir.
Hastalığın Muaz ibn Cebel’i çok zorladığı zamanlarda Muaz ibn Cebel, nefessiz kalıyor, boğazı sıkışıyor, acıya dayanamayıp bayıldığı bile oluyordu. Yine bir gün hastalığın çok zorladığı bir zamanda Rabbimize şöyle niyazda bulunmuştur; “Ya Rabbi ister nefesimi bitir, ister boğazımı sık, ister canımı al, izzetinin hakkı için sen de şahitsin ki ben seni çok seviyorum. Hiçbir şeye isyan etmiyorum” .
Biz sahabeyi vaazlarda, sohbetlerde anlatıp duygusallık yaşamaktan başka bir şey yapmıyoruz. Sahabe tevhidi doğru anladığı için musibetten değil Allah’tan korkardı. İşte sahabe bakış açısı böyledir.

Mustafa Işık: Salgın hastalık sebebiyle insanların toplu halde bulunduğu ortamlara kısıtlama veya engelleme uygulamaları yapıldı. Bu tedbir uygulamalarından başta Kâbe, camiler ve sohbet halkaları da nasibini alarak kapandı. Bu durumu nasıl karşılamalıyız?

M. Emin Yıldırım: Kâbe’nin kapanması tarihte ilk değildir. Ebrehe sebebiyle -Ebrehe 571 yılında Mekke’ye saldırmıştır. İnsanlar saldırı nedeniyle kaçışınca- kapanmıştır. Miladi 930’da 10 yıl süreyle kapanmıştır. Miladi 1814’te salgın hastalık sebebiyle kapanmış ve yaklaşık 8 bin hacı vefat etmiştir. Yine miladi 1837-1892 yılları arasında salgın hastalık baş göstermiş ve her sene ortalama 1000 hacı ölmüştür.
Bizim bu durumdan çıkarmamız gereken sonuç; Bizler ‘Kâbe, camiler ve sohbet halkalarının şükrünü hakkıyla eda edebildik mi?’ sorusunu kendimize sormaktır. Bunlar birer nimettir ve şükrü eda edilmelidir. Şimdi bu nimetlerden mahrum kaldığımızın üzüntüsünü ve kaygısını yeterince yaşayabiliyorsak bu musibet ilerde birçok nimete sebep olacaktır.

Mustafa Işık: Günümüzde bana bir şey olmaz diyerek veya ben Allah’a güvendim diyerek, tedbir almaktan kaçınan insanlar görüyoruz. Bize tevekkül hakkında neler söylersiniz?

M. Emin Yıldırım: Müslüman tedbir-tevekkül dengesini korumalıdır. Alınan tedbirler tevekkülün üzerine çıkmamalı, tevekkül ederken ise tedbirlerden taviz vermemelidir. ‘Bana bir şey olmaz' demek asla kadere teslimiyet değildir. Tedbirlerden taviz vermeyerek işin neticesini Allah’a havale etmeliyiz. Zaten dua etmenin anlamı “Allah’ım ben elimden geleni yaptım“ demektir.
Tevekkül ne değildir?

Tedbirsizlik değildir.
Tembellik değildir.
Sorumsuzluk değildir.
Tereddüt, yaşamak değildir.
Sebeplere ‘saplanmak’ değildir.
Külfetsizlik değildir.
Sadece zor zamanda Allah’ı hatırlamak değildir.
Allah’la pazarlık etmek değildir.
Bahanelere sarılmak değildir.
Vazgeçmek demek değildir.

Mustafa Işık: Bu zorlu süreçte yükün büyüğünü sağlık çalışanlarımız omuzluyor. Onlara neler söylemek istersiniz?

M. Emin Yıldırım: Sağlık çalışanları büyük sorumluluk üstleniyorlar ve onlar bu işi yaparak aslında Cihad ediyorlar. Yaptıkları işi ibadet niyetiyle yaparlarsa büyük ecir kazanacaklardır. Onlar ‘İsar’ yapıyorlar. İsar; Yaşatmak için yaşamaktır.

Mustafa Işık: Hocam son olarak, alınan tedbirler kapsamında evlerimize kapandık ve boş zamanlarımız arttı. Artan bu vakti nasıl değerlendirmemizi önerirsiniz?

M. Emin Yıldırım: ‘Kıyametin kopacağını da bilsen elindeki fidanı dik.’ hadisinden anlamamız gereken çok mesele var.
- Siz işinize bakın.
- Netice hesabı yapmayın.
- Her anınızda salih amelle meşgul olun.
- Ölürken bile hayır yollarında ölün.
Evde geçen zamanlarımız tamir zamanları olmalıdır. Ailevi sorunlarımız, ibadet ve ilim alanındaki eksikliklerimiz bu zamanlarda giderilmelidir. Bu zamanlarımızı nadas zamanları olarak düşünmeli ve bu tedbirler kalktığında çalışmalarımız artmalıdır. Ayrıca bu gibi kriz zamanlarını tövbe ve infak zamanları olarak değerlendirmeliyiz.

Muhammed Emin Yıldırım hocamıza bu röportajdan dolayı teşekkür ediyoruz. Allah kendisinden razı olsun inşallah. Bizler aklımızdaki soruların cevaplarını bularak kendisinden faydalandık. Umarız sizler için de verimli bir röportaj olmuştur.