-Necmeddin Erbakan Yılmaz
Bu ayki yazımda sizlere üç dinin kutsal kabul ettiği, binlerce insanın hayali, birçok insanın sevdası olan
bir şehirden bahsetmek istiyorum: Kudüs.
Kudüs; tarih boyunca birçok medeniyete ve devlete başkentlik yapmış, sayısını bilmediğimiz
peygamberlerin yaşadığı, kutsal kitaplarda övülen, özellikle Kur’an-ı Kerim’de etrafının bereketlendiği
bildirilen bir şehirdir. Bu kutsal şehir tarihte; Daru-s-selam, Babu-s-selam, Ceru-s-selam ve Kudüs’tür.
Selam, Arapçada eminliğin güvenliğin ismidir. Dar: ev; bab: kapı; car ise komşu anlamlarına gelir.
Buradan da anlaşılıyor ki şehir tarih boyunca; güvenliğin, eminliğin ve dokunulmazlığın merkezi
olmuştur. Şehrin en çok kullandığımız ve zikrettiğimiz adı Kudüs ise kutsal demektir. Şehrin
kutsallığına atfen özellikle şehirde yaşayan Araplar bu şehre Kudüs ismini takmıştır. Şehirde yaşayan
Yahudiler ve dünyanın başka bölgelerinde yaşayan ecnebiler; Ceru-s-selam isminden türeyen,
İbranice kelime olan Yeruşalim ismini kullanmaktadırlar.
Şehrin tarihine baktığımızda bu bölgede ilk olarak Hz. Adem’in ismini duyuyoruz. Güvenilirliği
konusunda ihtilaf ettiğimiz bazı kaynaklar bize Kâbe’den sonra yapılan ikinci evin Hz. Adem tarafından Mescid-i Aksa olarak yapıldığını gösterir. Daha da ileriye baktığımız zaman Hz. İbrahim’in ayak izleri vardır. Hz. İbrahim Kudüs şehrine 40 km uzaklıkta olan, kendi isminin verildiği El-Halil şehrinde meftundur. Aynı bölgede Hz. Yakup, Hz. İshak ve eşleri de yatmaktadır. Hz. Yusuf'un, Hz. Musa'nın buralarda yaşadığını, Hz. Davut ve Hz. Süleyman’ın ise Kudüs merkezli bir krallığa sahip oldukları
bilmekteyiz.
Yahudilerin 3000 yıllık sevdası Hz. Süleyman döneminde bu bölgede var olan muhteşem krallıktan
beri sürmektedir ve her zaman bu şehre hakim olmak, şuan Mescid-i Aksanın bulunduğu yerde
Süleyman Mabedini inşa etmek istemişlerdir. Bu hükümdarlık son bulduktan sonra birçok farklı devlet
burayı ele geçirmiştir. Yahudiler isyan etmeye kalkışmışsa da başarılı olamamışlar ve şehirden sürgün
edilmişlerdir.
Hz. Zekeriya ve Hz. Meryem, şehre Romalıların hâkim olduğu dönemde yaşamaktaydı. Hz Yahya, Hz.
Zekeriya’ya bu şehirde müjdelenmişti. Hz. Meryem ise Hz. İsa’ya gebe kaldıktan sonra kuzeydeki
Nasıra bölgesine gitmiş, Hz. İsa’yı doğurduktan sonra Kudüs’e geri dönmüştü. Bundan 600 yıl sonra
yine Romalılar şehirde hüküm sürerken Hz. Muhammed (s.a.v) bir gece Mekke’den Kudüs’e İsra
yolculuğu yapmış ve miraca buradan çıkmıştır. Bu olaydan yaklaşık 20 yıl sonra İslam orduları şehri
fethetmiştir. Fetihten sonra şehrin anahtarını bizzat halife Hz. Ömer (r.a) teslim almış, Mescid-i
Aksa’nın alanını tespit ettirmiş ve buraya bir mescit inşa ettirmiştir.
İlerleyen dönemlerde yaşanan Haçlı Seferleri’nde şehir harap edilmiş ve 88 yıl boyunca onların
tahakkümü altında kalmıştır. Şehri yeniden fethederek haçlılardan geri alan isim Selahaddin Eyyubi
olmuş ve tüm Müslümanların gönlünde yer edinmiştir. Bu fetih İslam tarihinde önemli bir yer
tutmaktadır.
1516 yılının sonlarında şehir, Memlûklerin hakimiyetindeydi. Yavuz Sultan Selim Han şehri
Memlûklerden aldı ve Osmanlı Devleti 400 yıl Kudüs’te hüküm sürdü. 1917 yılında İngilizler şehri
himayesine almış ve böylece Kudüs manda yönetimi altına girmişti. 1948 yılına gelindiğinde İngilizler
bu topraklardan çekilmiş ve burada gayrı resmi bir İsrail devleti teşekkül etmiştir. Bu tarihten sonra
olan Arap-İsrail savaşları neticesinde sözde devlet olan İsrail bölgeye hakim oldu ve bölgenin gerçek
sahibi olan Filistin topraklarına karşı işgaline ve Filistinli kardeşlerimize karşı zulümlerine bugüne
kadar devam etti.
Yaşlarımızın yettiği kadarıyla bizler de bu zulümlere şahit olduk. Ama şahit olduklarımız sadece
Siyonistlerin yaptığı zulümler değildi. Bizler Filistin’de tekerlekli sandalyedeki mücahitlerin
takatlerinin sonuna dek verdikleri direniş mücadelelerine de, mücahide kadınların yiğitçe
savaştıklarına da, küçücük çocukların gözlerindeki cesarete de şahit olduk. Kudüs; imanın, imkansız
gibi görünenleri mümkün kıldığı mücadelenin adıydı. Allah’a olan bu teslimiyet ve özgürlüğe olan bu
inanç, İslam sancağının hâlâ yere düşmemesine, direnişinin yıllar sürse de devam etmesine vesile
olmuştu. Müslümanlar olarak bizler de kalbimizin kıyısında köşesinde kalan iman tanecikleri ile bu
davaya sahip çıkmaya çalışıyorduk. Çaresiz olduğumuza, elimizden bir şey gelemeyeceğine kendimizi
inandırmıştık; bu yüzden sadece sosyal medyada paylaşım yapıyorduk.
***
Kudüs ile ilgili genel hatlarıyla verdiğimiz bu bilgiler, bir Müslüman için önemli olmakla birlikte
perdenin arkasındaki güneşten süzülen kısmı ışık niteliğindedir. Kudüs, bir Müslüman için asla tarihin
belirli dönemlerinde kazanıp kaybettiğimiz bir toprak parçası değerinde olamaz. Kudüs
Müslümanların ilk kıblesidir, kalbidir ve her zaman savunulması gereken bir menzil konumundadır. Bir
genç Kudüs’e bakarken bu hassasiyetleri gözetmeli, zaviyesini iyi bir şekilde temellendirerek
bakmalıdır. Fütuhatla yoğrulmuş bu topraklarda her bir taşında ecdat kanı olan bu menzilden bir an
bile gözünü kaçırmamalı, yüreğinde Kudüs ateşini her daim körüklemelidir.
Netice şudur ki: Dünyaya adalet dağıtan Müslüman devletlerin hemen hemen hepsi Kudüs’e hakim
olmuş ve Kudüs’te barışı tesis etmişlerdir. Şunu görüyoruz ki, Orta Doğu’da yaşanan tüm çatışmaların
temel umdesi bu kutsi şehre sokulan hançerdir. Bize düşen de bu hançeri kalbimiz olan Kudüs’ten
çıkarmaktır. Söylenecek söz çok ama yapılması gereken ameller daha çoktur. Kelimeler kifayetsiz,
sözcükler Kudüs’ten daha öksüz olamaz. Hep beraber minel ebet ilel nihaye bu davanın destekçileri
ve mirasçıları olmalıyız.
Kudüs şehrinin üzerine yüklenmiş bu anlamları göz önünde bulundurup, belirttiğimiz hassasiyetleri
dikkate aldığınızda bir gezi yazısının neden böyle manevi bir içeriğe büründürülmüş olduğunu anlamış
olursunuz. Zira Kudüs turistik bir mekan değil, bir davadır.
Yazımda bana yardım eden Yasin Doğan Kardeşime teşekkür ediyor, sizleri her şeyin Hamisi olan
Allah’a emanet ediyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder