Kısa 1. Dünya Savaşı Tarihi

-Ahmed Mücahit Danışmaz


بسم الله الرحمن الرحيم

Hayırlı işlerimize besmele ile başlamak gerekir. O halde yazımıza rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla
başlayalım.

Bu ayki yazımda İlkin Başar Özal Bey’in “Kısa 1. Dünya Savaşı Tarihi” kitabına değinmek istiyorum.
Bakmayın kısa yazdığına hayli yüklüce bir kitap. Kim bilir, uzunu nasıl olur?
Yazar hazretleri kitabına dünyayı savaşa götüren sebeplerden bahsederek başlıyor. Daha sonrasında
cepheleri merkeze alarak her cepheyi sene sene inceliyor, ki güzel bir menheç olduğu söylenebilir. En
son da savaşın sonundaki antlaşmalara değiniyor.

Kitaptan birkaç iktibas yapacak olursak:
Resmi İngiliz tarihi, Çanakkale cephe savaşı hakkında şöyle yazacaktı: “ Türk karşı taarruz planı
hayranlık vericiydi.” Tabi bu taarruzların hepsinin böyle olduğunu söylemek mümkün değil, bu
methiye “Çanakkale” için geçerli. Maalesef “Kanal Cephesi” ve “Kafkas Cephesi” için bunları söylemek
çok zor. (s.277)

Limni Adasına çıkarma yapan Fransızların su istekleri İngilizler tarafından geri çevrilmedi. İngiliz
komutan adadaki fıçıları görüp hani su yoktu, bunlar ne diye sorduğunda aldığı cevap manidar:
- “Onlar su değil, Fransız şarabı. Konstantinapol alınınca kutlama için kullanılacaklar.”

Bu sadece bizim tarafımıza dair iki alıntı. Bir de kitapta bunun dünya versiyonu mevcut; Fransızların
Almanlara karşı verdiği mücadele, batı cephesinde kitlenen savaş, İngiliz savaş bakanlığının kendi
arasındaki iç çekişmeleri, Osmanlı’nın Makedonya Cephesini açma sebepleri, meşhur Kut’ül Amare
olayı, Medine’de Fahreddin Paşamız, Ünlü Alman Şansölyesi Bismarck ve Alman Kralı 2. Wilhelm’in
siyasi anlayışları ve savaşa açılan yol vb. mühim meseleler…

Bu arada Bismarck’ın Abdülhamid Han hakkındaki “Dünyadaki 100 gram aklın 90 gramı Abdülhamid
Han'da, 5 gramı bende, 5 gramı da diğer siyasilerdedir!” sözü de uydurma çıktı haberiniz olsun.
Ulan onlarla mı büyüdük ki onlarla küçülelim sözünü duyar gibiyim. Ama merak etmeyin İlber
Ortaylı'nın, Bismarck’ın Abdülhamid hakkında söylediği “Devrin en büyük diplomatıdır.” rivayetine ulaştım. Tam da İlber Ortaylı’nın Ayasofya hakkında yaptığı konuşmadan sonra bunu yazdık. Linç yemesek bari. 

Acizane tavsiyem bu kitaplardan önce çok daha kısa bir dünya tarihi kitabı veya makalesi okunup
genel bir şema çizilebilir. Üzerine de bu kitabı okuyup genel şemaya ek yapabiliriz. (Keşke
ümmetimizden şöyle 3-5 babayiğit çıksa da böyle genel kültür bilgilerini 8-10 sayfalık broşürlerle
ilgililerine arz etse.)

Özellikle tarih okuyacak her dostumuza Akif Emre Ağabeyimizin şu sözünü hatırlatmak isterim: “Bir
milletin geçmişinin olması ile tarih sahibi olması farklıdır. Geçmişi tarih yapan şey toplumdaki tarih bilinci, gelecek tasavvurudur...” yani dostlar tarihten ders çıkarmıyorsak, tarihimiz geçmişimizdir.

Naçizane bilgilendirmelerin ardından söz konusu savaşın başlama sürecini mizahi bir hikayeye
dökmek istiyorum.

Sanayi inkılabı üzerine değişen dengeler daha kısa sürede daha çok üretim yapmayı elzem kılmıştı.
Üretim demek de hammadde demekti. E kardeşim adamın hammaddesi yoksa ne yapacak
üretmeyecek mi yani! Hayır, tabi ki üretecek. Gidecek, barış ve huzur götürdüğü ülkelerden -kesinlikle
halkın da hakkını vererek- hammaddeyi alacak ve üretecekmiş. Neyse işler tıkırında giderken birkaç
zalim çıkıp “ya hu biz de üretiyoruz, hani biz hani bize” demiş. “Siz şu halkların bir kısmının “hakkını
vermeyi” bize devredin de biz de yolumuzu bulalım” diye de ekleyince ortaya bir “hak verme”
mücadelesi çıkmış. Sonra işte olanlar malum…

Bir başka açıdan bir kısım seçilmiş ırklar: Efendim biz doğduğumuz andan itibaren üstün insanlarız. Bu
sebepten dolayı biz sizi yönetelim siz kölemiz olun iddiasıyla çıkış yaptı. Diğerleri durur mu? Tabii ki
durmaz. Sizin üstün olduğunuz yerde kral biziz, dediler. Bir şeyler diyen diyene bir ortam vardı,
savaşın başlaması da ‘kim dediye' gitti. Üstün insan olmak da zor iş olsa gerek, karşındakilere kendini ispat etmeye çalışıyorsun falan...

Neyse özel muhabbet isteyenlerle bir bardak çay eşliğinde kalan kısmı konuşuruz.

Hasılı dostlar, gardaşlar, yoldaşlar!

Bir takım kavimlerin üstünlüğü iddiası; bir kısmının biz daha iyisine layığız onlar köle, biz efendiyiz,
güçlüysem haklıyım gibi anlayışlar üzerlerine ekonomik buhranların da eklenmesiyle çeşitli
çatışmaların çıkmasına sebep oldu.

Kitabı okuduğunuzda daha derin mütalaalara vakıf olacaksınız. Fedakarlıklar, casusluk çalışmaları,
hayal kırıklıkları, milletlerin yapıları...

Peki, böyle olmaması lazım dedikten sonra teklifimiz nedir? Teklifimiz 6 temel esastan oluşmaktadır.
1- Savaş değil, barış
2- Çatışma değil, diyalog
3- Çifte standart değil, adalet
4- Üstünlük değil, eşitlik
5- Sömürü değil, işbirliği
6- Baskı ve tahakküm değil, gerçek insan hakları

İstifade ettiyseniz ne ala, kalbinizin sahibine emanet olun…

Yorumlar