SULTAN ABDÜLHAMİD HAN

-Abdullah Güneş



Yakın tarihimizde çokça tartışılan, yaptıkları hakkında bir türlü uzlaşma sağlanamayan isimlerden
biridir Sultan Abdülhamid Han.

Baskıcı, gaddar bir diktatör mü yoksa dehasıyla ülkesini ayakta tutmaya çalışan bir lider mi olduğu
konusunda her zaman fikir ayrılıkları olmuştur.

Bu yazımda asıl gayem övgü ya da yergi değil, Sultan Abdülhamid’i destekleyenlerin neden arkasında
durduğunu diğer yandan onu eleştirenlerin ise neden karşısında yer aldığını nefesim yettiğince
okurlarımıza aktarmaktır.

Konuyu ele almaya başlamadan önce şunu belirtmek isterim ki geçmişte yaşanmış herhangi bir hadise
incelenirken olayın geçtiği dönemin ekonomik, siyasi ve
askeri yapısı iyi irdelenmeli kısacası dönemin fotoğrafı iyi çekilmelidir ancak böyle bir ön çalışma
sonucu sağlıklı ve tutarlı yorumlar yapılabilir.

Tahta Çıkış ve Saltanatın İlk Yılları

Sultan Abdülhamid, amcası Sultan Abdülaziz’in sırlı ölümü ve ağabeyi 5. Murat'ın kısa hüküm süresinin ardından 31 Ağustos 1876 tarihinde 34. Osmanlı hükümdarı olarak tahta çıktı.

Tahta çıktığı dönemde kendisini büyük bir kaos ortamının içinde buldu. Balkanlar kaynamakta, uzun
süre Osmanlı himayesinde bulunan topraklar birer birer anavatandan ayrılmaktaydı. Anadolu’nun
doğusunda Ermeni Devleti, Filistin topraklarında ise Yahudi Devleti kurmak adına oynanan oyunların
ardı arkası kesilmiyordu.

Bu sıkıntılar yaşanırken, Sultan ilk iş olarak Mithat Paşa’ya verdiği söz doğrultusunda Meşrutiyeti ilan
etmiş, 1 sene 5 ay devlet idaresine hiç karıştırılmamıştı. Bu süre zarfında Devlet, Sadrazam Mithat
Paşa ve çoğunluğu azınlıklardan oluşan bir meclis tarafından idare edilmişti.

Bazı yöneticilerin menfî davranışları ve meclis kararıyla girilen 93 harbinde yaşanılan hezimetin
ardından padişah işe el koymuş, Hafiye adlı gizli teşkilatı kurarak devleti tek başına idare altına
almıştı.

Bu dönemde yapılanlar günümüzde Sultan Abdülhamid’e yöneltilen eleştirilerin gerekçelerini
oluşturmaktadır. Bu eleştiriler kan döken sultan anlamına gelen Kızıl Sultan lakabının kullanılmasına
kadar ulaşmıştır.

Dönemin aslına bakacak olursak sıkı bir devlet otoritesinin oluşturulmaya çalışıldığı net olarak
görülmektedir. Gazetelere, sinemalara, dergilere uygulanan sansürler sosyal anlamda getirilen
yasaklar vs. bu düşünceyi desteklemektedir. O günlerden günümüze kadar Sultan Abdülhamid’i
istibdat yani baskıyla devleti yönetmekle suçlayanların ana gerekçesi de getirilen bu yasaklar ve
kısıtlamalardır. Otoriteyi sağlamak adına yapılan uygulamalarda aşırılıklar olduğunu söyleyenler,
ülkenin bu dönemde istibdat ile yönetildiği fikrinde birleşmektedir.

Bu konuda Abdülhamid’i destekleyenler ise sıkı otoritenin o dönem için kaçınılmaz olduğunu, dört
yanı düşmanlar ile çevrili bir ülkede yönetimi gevşek tutmanın, Avrupalı devletlerin maşası
konumunda bulunan yöneticileri idari meselelerde söz sahibi duruma getireceğinden tehlike arz
ettiğini ve devletin akıbeti için iyi olmayacağını savunmuşlardır.

Her iki görüşün de haklılık paylarının olduğunu kabul etsem de bir konuda çok belirgin şekilde taraf
olduğumu belirtmek isterim: Padişaha Kızıl Sultan yaftası!

Sultan Abdülhamid kaybolan devletin varlığını tekrardan hissettirmek adına bazı sıkı çalışmalarda,
icraatlarda bulunmuştur fakat sırf Ermeni isyanlarını büyük bir beceri ile savuşturmayı başardığı için
Sultana Avrupalı yazarların taktığı Kızıl Sultan (Le Sultan Rouge) lakabının kullanılması, kendisine
ölümden kıl payı kurtulduğu bombalı saldırıyı düzenleyen Ermeni suikastçiyi bile affetmiş Sultan
Abdülhamid için mesnetsiz bir iddianın ve çirkin bir iftiranın ötesine geçemeyecektir.

Sultan Abdülhamid’in Yönetim Anlayışı

Sultan Abdülhamid devletin gücündeki gerilemeyi görmüş ve artık eskisi gibi askeri olarak mücadele
edilemeyeceğinin farkına varmıştı. Bu yüzden dış siyasette denge politikası ile hareket etmiştir. Hiçbir
ülkeye büsbütün düşman olmamış ve ittifak kapılarını tam olarak kapatmamıştır. Büyük devletlerin
arasında çıkan anlaşmazlıkları dikkatle takip etmiş hatta yer yer bunları körükleyerek politikada elini
rahatlatmaya çalışmıştır. Sultan kendi siyasi yöntemini hatıralarında şöyle aktarmaktadır: "40 yıldır büyük devletlerin birbiriyle kapışmasını bekliyordum; bütün ümidim oydu ve devletin geleceğini buna bağlıyordum. Nihayet istediğim hasıl oldu fakat bu sefer ben tahttan, idareciler ise akıl ve basiretten uzaklaşmışlardı." (1.Cihan Harbi Yılları)

Sultan Abdülhamid, kendi topraklarında devleti bir arada tutmak adına halifeliğin birleştiriciliğinden
yararlanıyor, uzak vilayetlere gönderdiği tarikat önderleri ve hocalarla batıya karşı Müslümanları tek
yürek olarak tutmaya çalışıyordu. Onun bu stratejisi panislamist siyaset olarak da kaynaklarda geçmektedir ki bir fikir ayrılığı da bu konuda yaşanmaktadır. O dönemde imparatorluğu dağılmaktan kurtarmak için Turancılık, Osmanlıcılık gibi farklı fikirler ortaya atılmıştı. Bunları benimsemeyip de İslamcılıkta karar kılması, söz konusu fikir ayrılıklarına sebep olmuştur.

Onun akıllıca hamleleri ve uzun vadede haklı çıktığı olayların sonunda konuşulan söylentilere cevabı
şuydu: "Beni evhamlı sanıyorlar. Hayır, ben sadece gafil değilim o kadar!"

Onun siyaseti sadece kendi topraklarında değil, diğer coğrafyalarda da dikkat çekmiş olacak ki Alman
İmparatorluğunun kurucusu Otto Von Bismarck, Sultan Abdulhamid hakkında "Dünyada 100 gram beyin varsa, bunun 90 gramı Sultan Abdülhamid’de, 5 gramı bende, kalan 5 gramı ise diğer dünya
siyasilerindedir." diyordu.

Döneminde Yapılan Yenilikler

Sultan Abdülhamid Han Dönemi sadece hüküm süresini kapsayan yaklaşık 35 yıllık bir süreç için değil,
saltanatı sonrasında cereyan eden hadiseler ve en sonunda kurulan yeni devlet için de büyük
ehemmiyet taşımaktadır. Kendinden sonraki dönemler için de önem arz etmesinin temel nedenleri
hüküm süresi boyunca getirdiği yenilikler ve yıllar sonrasını hesap ederek yaptığı çalışmalardaki
isabetli kararlarıdır. Şüphesiz bu yeniliklerin başında eğitime kazandırdığı büyük kurumlar
gelmektedir. Eğitime büyük önem vermiş ve bütün yenilikleri Avrupa ile eş zamanlı olarak Osmanlı’da
uygulamıştır.

Şimdiki GATA'nın atası sayılan Askeri Tıp Okulundan Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesine kadar birçok okulun temelini atmış, Osmanlı Devleti’nde en çok eğitim kurumu yaptıran padişah olmuştur. 

Ulaşıma ve haberleşmeye yatırımlar yapmış; telgraf hatları, demir yolları gibi projelerle devleti
geliştirmeyi hedeflemiştir.

Askeri anlamda çeşitli çalışmalarda bulunmuş; dönemin olanaklarını sıkı takip ederek Osmanlı’da
uygulamaya gayret göstermiştir. Özellikle 1. Cihan Harbi’ni yıllar önceden öngörerek Çanakkale’ye
yaptırdığı Hamidiye tabyaları savaşta büyük iş görmüş ve savaşın kaderini değiştiren etkenlerden birisi
olmuştur.

31 Mart Olayı ve Sultanın Tahttan İndirilmesi

Abdülhamid’in kendi çıkarlarına ters politikalarının tehlikeli olmaya başladığını fark eden İngiliz ve
Fransızlar, dış politikada bizzat kendileri, içerde ise Sultan Abdülhamid muhaliflerini destekleyerek;
meşrutiyet söylentilerini güçlendirmeye, daha gür sesle dillendirmeye başladılar. Bu söylentilerin
artması ordu içindeki şeriat temelli yönetimi isteyen askerleri rahatsız etmiş, onlar da silahlanarak
kışladan ayrılmışlardı. Ülkede büyük bir kaos baş göstermiş ve imparatorluk onca sıkıntının yanında
bir de bu ayaklanmayla başa çıkmak zorunda kalmıştı.

Ölümler, yaralanmalar ile geçen yaklaşık 10 günlük süre zarfının ardından ittihatçıların oluşturduğu ve
Mahmut Şevket Paşa’nın komuta ettiği Hareket Ordusu Selanik’ten İstanbul’a gelerek isyanı bastırdı.
Sonrasında ise olayda parmağı olduğu iddia edilen Sultan Abdülhamid, Şeyhülislam fetvası ile tahttan
indirilerek yerine Sultan 5.Mehmet getirildi.

31 Mart Vakası olarak da bilinen bu olay ile ilgili 2012 yılında aramızdan ayrılan tarihçi Yılmaz Öztuna
23 Mayıs 2006 tarihli makalesinde şunları söylemektedir: "31 Mart 1909 Ayaklanması; İngiliz
İstihbarat Servisi tarafından tertiplenmiş, imparatorluk politikasında henüz çok toy olan
ittihatçılara icra ettirilmiş iğrenç bir eylemdir. Hedef Sultan’ı tahttan indirmektir. Maksat hasıl
oldu."

Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilip politikalarına son verilmesi, bir anlamda Osmanlı’nın da sonu
olmuş ve İmparatorluk ittihatçıların yönetiminde 10 yıl kadar devam ettikten sonra yıkılmıştır.

Sultan Abdülhamid İle İlgili Kısa Vesikalar

Konuya girmeden belirtmek isterim ki yazımın devamında sıralayacağım başlıkların her biri ayrı birer
yazı konusu olma potansiyeline sahip tarihin kıymetli parçalarıdır fakat konudan sapmamak adına
çalışmanın ana kısmına dahil etmedim. Buna rağmen değinmeden de içim rahat etmeyeceği için
sizlerle bu şekilde paylaşmanın uygun olacağını düşünüyorum.

Sultan ve Musaviler

Sultan Abdülhamid Han döneminde Filistin taraflarında Büyük Yahudi Devleti’nin kurulmak istendiğini yazının başında belirtmiştim. Bu hedef doğrultusunda Yahudiler gizli çalışmalarının yanında Sultan Abdülhamid ile doğrudan temasa geçme yoluna da gitmişlerdir. Padişah’a Theodor Herzl aracılığıyla kendilerine çölden toprak vermesi halinde Osmanlı’nın bütün dış borçlarını Dünya Museviler Cemiyeti olarak ödeme teklifini sundular. Abdülhamid Han ise bu teklife şöyle cevap verdi: "Ben bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam zira bu toprak bana değil, milletime aittir. Milletim de bu toprakları aldığı bedele verir. Bu topraklar kan ile alınmıştır, kan ile verilir." O gün Sultan Abdülhamid'e teklifi götüren Herzl ise yıllar sonra onun hakkında şunları söylüyordu: "Bir bastonu ile Karadeniz’i karıştıran, bir havadisi ile İngiltere'de kraliçenin uykularını kaçıran Sultan Abdülhamid’den evet, korkuyorum."

Usta Marangoz Abdülhamid

Osmanlı’da her padişah siyasetteki yetkinlikleri kadar kendi ilgileri doğrultusunda farklı alanlarda da
başarı sağlamışlardır. Avcılık, güreş, ağır kaldırma gibi ilgileri olan padişahların olduğu bilinmektedir.
Bu konuda ise Sultan Abdülhamid’in marangoz olarak kendini geliştirdiğini görüyoruz. Farklı
çalışmaları bulunan Sultan’ın şüphesiz en ünlü projesi kendi çalışma masasıdır.
Bizzat kendisinin yaptığı masa ününü şuradan almaktadır: İstanbul’un işgali sırasında itilaf devletleri
masadan haberdar olurlar ve belgelere ulaşmak için masaya el koyarlar. Fakat bir türlü dosyaların
olduğu çekmeceyi açamazlar. En sonunda ise çekmeceyi kırarak dosyalara ulaşmaya karar verirler.
Çekmeceyi kırdıklarında ise bütün dosyaların mürekkebe bulanarak okunmaz hale geldiğini görürler.

Enver Paşanın İtirafları

Sultan 2. Abdülhamid’in tahttan çekilmesinin ardından devletteki hızlı çözülüşü fark edenler, Sultan
Abdülhamid'e muhalif oldukları dönemleri birer itirafname şeklinde açıklamışlardır.

Bu kişilerden biri olan ve zamanında Sultan Abdülhamid’e muhalif olanların başında gelen Enver Paşa,
Mondros Mütarekesinden sonra Alman denizaltısıyla ülkeyi terk etmeden önce yaveri Mersinli Cemal
Paşa’ya şunları söylüyordu: “Paşam, bütün ef’âlimin (eylemlerimin) hesabını vermeye hazırım.
Turan yapacaktık, viran olduk. Bizim en büyük günahımız, hatamız Sultan Hamid’i anlayamamaktır. Yazık paşam, çok yazık! Siyonistlerin oyununa âlet olduk ve onların hıyanetine uğradık!”

Yorumlar