GEÇMİŞE ÖZLEM

-Abdulkadir Taşar



Geçmişi özlemek insanoğlunun en büyük sorunsalı. Hayatın kalıplaşmış rutinleri ve modernitenin dayatmaları arasında sıkışıp kalan insanlar, olmuş bitmiş dünlerin sözüm ona karşı konulamaz cazibelerine sığınıyorlar.

Anadolu'da geçmişi özlemek, ileri yaştaki insanlar için ölüme yakın olmanın alameti bağlamında değerlendirilir. Merak etmeyin, size Anadolu'nun yaşantılara dayanan mistik inanışlarını anlatmayacağım. Etrafımda sıkça duyduğum ve itiraf etmek gerekirse bazen benim de sığındığım bir liman olan "dünlere duyulan özlem" üzerine bir kaç söz sarf etmek istedim. "Ah şu eski Ramazanlar yok mu?, Nerede o eski Bayramlar?, Bizim zamanımızda böyle miydi?" gibi iç çekişleri hepiniz duymuşsunuzdur. Bizi her bayram veya her aile toplantısında bıktıran şu cümleleri az konuşalım istiyorum. 

Merak etmeyin, böylesine olağan bir konu üzerine çok derinlikli ve olağanüstü analizler yapma gereksizliğine de girmeyeceğim. Zira büyük resmi görmek için o kadar da derine inmeye gerek yok. İnsanların geçmişe olan özleminin sebebini, bugünü nasıl anlamlandırdıklarında aramak gerek. 

Yazının başında bahsettiğim kalıplaşmış rutinler ve modernitenin dayatmaları arasında gelgitler yaparak geçirdiğimiz günlerimizi geçmişle kıyaslayarak iç geçiriyoruz. Aslında bu iç geçirmelere gerek duymadan yaşayabilmek bizim elimizde. Elbette ki hayat gün geçtikçe daha da zorlaşıyor, şartlar çetin bir hal alıyor; ancak aynı zamanda bu zorluklarla başa çıkmanın imkanları da her geçen gün artıyor. Benzer bir durum özlem duyulan geçmiş için de geçerliydi. Geçmişin de kendi içinde barındırdığı, o günün şartlarına göre zor sayılabilecek durumları vardı. Hatta belki de özlem duyulan zamanların insanlarının da özlediği dünler vardı. Konuyla ilgili olarak Edmund Burke şöyle demiş; "Hiçbir zaman geçmişi eIe aIarak, geIeceği planlayamazsın." Dolayısıyla her yaşanmışlığı yaşandığı zaman ve
mekanın şartlarına göre değerlendirmek gerek. Çünkü olaylar mekan ve zaman bütünselliğinden soyutlanarak değerlendirilemez. Uzun lafın kısası; hayat zorlaştıkça bu zorlukları aşabilecek yöntem ve imkanlar da aynı paralellikte artıyor. Buna bardağın dolu tarafına bakmak deniyor.

Pek doğaldır ki bardak, hayat boyu hiçbir zaman tam dolmayacak. Önemli olan o bardağı tam
boşaltmamak ve bardağın her iki tarafına da bakmak. Ne boş kısmına bakıp üzülmeliyiz ne de dolu tarafına bakıp tembelliğimize sığınak yapacağımız rehavetler oluşturmalıyız. Yani hayatın zorluklarını görünce pes etmeyeceğiz, bu hayatın bize sunulmuş bir fırsat olduğunu bilip o fırsatı iyi değerlendirmeye çalışacağız. Aynı zamanda hayatımızda yaşadığımız olumlu durumların rahatlığına kapılıp da yaşamın çetin ve soğuk yüzünü de göz ardı etmeyeceğiz. Yaşamı bir kuyumcu titizliği ile yürütmeye çalışacağız. Olasılıkları, ihtimalleri hesaba katarak...

Peki, geçmişe ve dünlere sığınmayı büsbütün terk mi edelim? Tabi ki hayır. Geçmişi ne tamamen atalım ne de hayatımızın odağı yapalım. Bu konuda R. Wilkins; "Geçmişi bir kitap gibi kuIIanın, eviniz gibi değiI." diyerek geçmişin hayatımızın neresinde olması gerektiğini ve geçmişe bakış açımızın olması gerektiği formu net olarak belirtmiş. Geçmişin acı-tatlı tecrübelerinden ders almalı ve günümüzün realitelerinden uzak, acı-tatlı hülyalarından da uzak durmalıyız.

Sözü kısa tutma niyetiyle başladık, sayfaları doldurmaya ramak kaldı. En iyisi sözü burada noktalayıp, bardağımızın boş kısmını daha da arttırmayalım. Görüşmek üzere..

Yorumlar